15 Aralık 2010 Çarşamba

Bilgisayar Başında Oturanlara Esneme Hareketleri



Siz de otur otur kaskatı kesildim bilgisayar başında diyorsanız benim gibi, tavsiye ederim günde birkaç defa şimdi göstereceğim esneme hareketlerini yapın çok faydasını göreceksiniz.


1. Baş ve boyunu dik tutarak ayakta dur ya da otur.
2. Başı sağa çevir. 10 saniye tut.
3. Başı sola çevir. 10 saniye tut.




1. Baş ve boyunu dik tutarak ayakta dur ya da otur, çeneyi göğüse götürerek boynu öne doğru eğ; 10 saniye tut.
2. Çene göğüse değerse, çeneyle goğüs üzerinde daha aşağıya değmeye çalış.
3. Boynu geriye doğru aç; 10 saniye tut..




1. Ayakta durarak, her iki kolu arka geriye götür.
2. Avuç içleri birbirine bakarken parmakları kilitle.
3. Kollan tam olarak düzelt.
4. Düz kolları yavaşça geriye yükselt.
5. 10-l5 saniye tut.
6. Başı dik ve boynu gevşek tut 




1. Ayakta durarak ya da oturarak sağ kolu bük ve dirseği baş üzerine kaldır.
2. sağ eli sol kürek kemiğine doğru indirerek uzat.
3. Sol el ile sağ dirseği tut.
4. Dirseği sol el ile başın arkasına çek.
5.10 saniye tut.
6. Sol kolla tekrar et.





1. Hafif bükük (15°-30°) ve göğüse çapraz olarak yaklaştırılan sağ kol ile ayakta dur
ya da otur.
2. Dirseğin hemen üstünü tut, sol eli üst kolun arka tarafına koy.
3. Sol elle sağ kolu göğüse (sola doğru) çapraz olarak çek.
4. 10 saniye tut.
5Sol kolla tekrar et.




1. Kollan gövdenin ön tarafında, avuç içleri birbirine dönük, el parmakları birbirinin arasina geçirilmiş olarak ayakta dur.
2. Avuç içlerini başın üzerinde yukarıya çevirerek kolları yavaşça düzelt.
3. El ve kollarla yukarıya uzanmaya devam et.
4. Yukarıya doğru uzanmaya devam ederken yavaş olarak geriye doğru hafifçe uzan.




1.Ayaklar arası 35-40 cm aralıkla ayakta dur.
2.Avuç içleri birbirine bakarken el parmaklarını iç içe geçir.
3.Düz kollarla yukarıya doğru uzan.
4.Kollan düz tutarak belden sol yana eğil. Dizleri bükme.
5.Mümkün olduğu kadar egildikten sonra, 10 saniye öyle kal.
6.Sol yana ayni hareketi tekrar et.





1. Ayaklar arası 35-40cm aralıkla ayakta dur.
2 Sağ kolu bük ve dirseği baş üzerine kaldır.
3. sağ eli sol omuza doğru uzat.
4. Sol elle sağ dirseği (dirseğin hemen üzerinden) tut.
5. Dirseği başın arkasına doğru çek.
6. Kolu bükük tutarak belden sol yana doğru egil.
7. Dizleri bükme. 
8. Mümkün olduğu kadar eğildikten sonra 10-15 saniye öyle kal.
9. Sol kolla tekrar et.


5 Aralık 2010 Pazar

Paris Mon Amour


Evet evet , ben de Paris'e aşık olan o milyonlarca insandan biriyim artık.Güzel binalar, güzel insanlar, her yerde sanat , tarih, bol bol tatlı ve tabi ki şarap ! Macera dolu bir tatil yaşayacağım havalimanına indiğim anda belli oldu, uçağım Zurich aktarmalıydı, oraya kadar THY ile geldim, Zurich'ten Paris'e Swiss ile devam ettim ama valizim benle devam edememişti ! Havalimanındaki görevlinin söylediğine göre suçlu THY imiş.Herneyse, ben de İstanbul'daki 25 derecelik sıcaklık yüzünden montumu valize atmıştım ve sonuç Paris'in buz gibi akşamında bir montum bile yok ! Neyse ki daha sonra evinde kaldığımız arkadaş bana kendi montlarından birini verdi de valizim gelene kadar donmadım ve ertesi gün de valizimin gelmesiyle her şey normale döndü.


Bence Fransa'yı özetleyen foto budur.Harika bir bina (Paris Belediyesi :)) , her şehirde mutlaka bulunan bir atlı karınca ve puslu bir hava. Kısacası bayıldığım manzara , J'aime beaucoup !

 
Bu bina Paris'in en işlek caddelerinden biri Rue de Rivoli üzerinde.Zamanında terk edilmiş ve sanatçılar gelmiş işgal etmişler, belediye de bir Fransız geleneği olarak sanatçıları desteklemiş ve bir çok sanatçı şimdi burada yaşıyor , aynı zamanda çalışıyor , üretiyor ve ürettiklerini burada satıyor. Altı katlı binanın her katında bir kaç sanatçı , siz gezerken sanatlarını icra ediyorlar.Daha fazla bilgi için web sitesini vereyim ancak Fransızca. 
Yalnız , soldaki linkler sanatçıların sayfalarına gidiyor, inceleyebilirsiniz.

 

Bu arada benim favorim Linda Mc Cluskey adında bir sanatçı oldu.
Bu da en beğendiğim çalışmalarından biri.
Diğer eserlerine buradan bakabilirsiniz  :
http://www.lindamccluskey.com/main_page.html



Neyse , sizi buradan Paris metrosundaki olağan bir konsere götüreyim.Hani bizde de metroda müzisyenler olur ama bu kadar kalabalığını görmek mümkün değil.İyi ki bunlara da ayrı bilet kesmiyorlar :)

Paris metro ağıyla öylesine örülmüş ki bastığınız hiçbir yer aslında toprak değil.Şehrin her yerinde metronun sıcak havasını tahliye eden mazgallar var.Ve metroya binerek şehrin bir ucundan bir ucuna çok kısa sürede gitmek mümkün.Ama çok çok eski bir metro.Dökülecek sanıyorsunuz ama herşey tıkır tıkır çalışıyor.Pis ve karışık aynı zamanda ama kendi içinde ayrı bir dünya, Paris'in yeraltı dünyası !



 
Burası da Moulin Rouge'un önü . Ve biz yerinde duramayan,kıpır kıpır Türk gençleri.Üstünde zıpladığımız yer kocaman bir metro hava tahliye şeysi.Hani şu ünlü Marilyn Monroe pozu var ya, biz de atıf yapalım dedik bir iki poz çektirdik başta. Sonra hoşumuza gitti atraksiyon yaptık böyle pozlarımız oldu. Ama sonra bizim enerjimize dayanamadı insanlar bir anda toplandılar etrafımıza , en son yaklaşık on kişilik bir gruptuk böyle Moulin Rouge'un önünde hoplayıp zıplayan!



  Ve tabi ki Eiffel Kulesi ! Amaan metal yığını diyenlere inat,  
ben hayran oldum kendisine ! Özellikle saat başlarında yanıp sönen ışıkların şovu başlayınca izlemeye doyum olmuyor.Kendisini ilk gördüğüm anda ,Sacre Coeur 'ün önündeydim , geceydi ve Eiffel yanıp sönmekteydi.Müthişti yani !

Her ne kadar en tepesine çıkamamış olsak da (hava muhalefeti sebebiyle kapalıydı ) , asansöre bindik ve ikinci kata çıktık. Asansör de çok enteresandı, Eiffel'in iskeleti üzerinde tekerleklerle yürüyen , ve çapraz çıkan bir kutu. Biraz korkutucu ama çok enteresan !

Yazımın da sonuna gelmişken , yukarıda da görünen sevgili arkadaşım Naime'ye bol bol öpücükler ve teşekkürler yolluyorum ! Naime , merci beaucoup pour tout ,
je t'embrasse !


26 Kasım 2010 Cuma

Prensesin Uykusu



Babam ve Oğlum filmini 3 defa izlemiş biri olarak, sırf Çağan Irmak yapımı olduğu için konusu hakkında hiçbir şey bilmeden gitim bu filme.Bir önceki seansın çıkışını beklerken Redd müziklerini tanıdım ve o zaman anladım Presensesin Uykusu adının Redd'in çok sevdiğim bir şarkısından geldiğini. 

Filmin ana karakteri yetimhanede büyümüş bir kütüphane görevlisi olan Aziz.Bir ayağı topal ve yüzü sürekli güler vaziyette.Filmin başında bu ne acaba deli mi bu adam diyorsunuz , filmdeki karakterler gibi ama sonra anlıyorsunuz Aziz'in yüzünün böyle olduğunu.

Aziz yetimhanedeki en yakın arkadaşıyla aynı evde yaşamaktadır.Bir gün evlerinin üst katına Seçil adında bir kuaför ve küçük kızı taşınır.Aziz Seçil'den çok hoşlanır ama Seçil başından çok şey geçmiş bir kadın olarak herkese güvensizdir ve Aziz'i tersler.Bir gün Seçil'in belalısı evi basar , kavga sırasında Gizem düşer ve komaya girer. Aziz, Gizem'i ve Seçil'i hiç yalnız bırakmaz.Gizem'in yeni eve taşındıktan sonra tutmaya başladığı günlüğünde yazan üç tane dileği vardır , kendini bunları gerçekleştirmeye adar ve Gizem'in uykuda olduğu sürede deftere yazmayı sürdürür.

Filmin başları sanki biraz sıkıcı gibiydi , hep böyle mi gidecek derken Genco Erkal'ın sahneye çıkışıyla acayip tatlı bir hikayeye dönüştü.Görsel efektler ve geçmişi anlatırken kullanılan çizgi filmcikler çok güzeldi.Ve tabi ki Redd sever biri olarak film müzikleri benim çok hoşuma gitti.Gerçi hikayenin bu kadar Redd'e dayalı olması biraz sırıtmıştı ama yine de genel olarak tatlı, güzel vakit geçirten bir film, tavsiye edebilirim.

14 Kasım 2010 Pazar

parisenne :)



Şu anda sizlere Paris'ten sesleniyorum :) 9 gunluk bayram tatilini Fransa'da değerlendiriyorum.Şehre gelişim cok olaylı oldu, şu an valizim yanımda yok çünkü Türk hava yolları kaybetti ama bugun getirecekler, dun gecenin üçünde Paris sokaklarında elimde bir battaniyeyle gezmekteydim , üstümde bir montum bile yok valizde kaldı ama cok sükür ki bana mont verecek arkadaslarım var :))

Anlatacak çok maceram olacak gibi , şimdilik hoşçakalın ! :))

11 Kasım 2010 Perşembe

Calogero - Pomme C






Pomme C (Elma C ) Calogero' nun internet aşkları üzerine çok tatlı bir şarkısı.
Sözleri ve çevirisi de şu şekilde: 

J'ai son image /Bende resmi var
J'ai son email / Bende emaili var
Son coeur au bout du clavier / Kalbi klavyenin sonunda

J'ai son visage / Bende yüzü var
Et l'envie d'elle / Ve onu arzuluyorum
Sans jamais l'avoir touche / Daha ona hiç dokunmamışken

Dois je sauver ? / Kaydetmeli miyim ?
Ou bien abandonner ? / Yoksa vazgeçmeli miyim ?

Pomme, c'est un homme et une femme / Elma ,  bir adam ve bir kadın
Et c'est tout un programme / Ve bu hepsi hepsi bir program
Un ciel artificiel / Yapay bir gökyüzü
Pomme, qui m'allume et qui me quitte / Elma , beni heyecanlandıran ve terkeden
On s'aime trop vite / Birbirimizi çok hızlı sevdik
Nos vies c'est le virtuel / Hayatlarımız sanal

Elle m'ecrit / Bana yazıyor
Mais mon ecran / ama ekranım
formate les sentiments / duyguları biçimlendiriyor

Mais j'imagine qu'une machine / ama düşünüyorum bir makine
Ne peut que faire semblant / sadece mış gibi yapabilir
Ma déesse Elle / Benim tanrıçam O
N'est pas vraiment réelle / Aslında gerçek değil

Pomme, c'est un homme et une femme / Elma , bir adam ve bir kadın
Et c'est tout un programme / ve hepsi hepsi bir program
Un ciel artificiel / yapay bir gökyüzü
Pomme, qui m'allume et qui me quitte / Elma, beni heycanlandıran ve terkeden
 On s'aime trop vite / birbirimiz çok hızlı sevdik
C'est le vi-c'est le virtuel. / Bu sanal

Un peu d'amour, copié-collé / Birazcık aşk, kopyalanmış,yapıştırılmış
Un peu d'amour, pomme c /birazcık aşk, elma c
Un peu d'amour téléchargé / Birazcık aşk, indirilmiş
Un peu d'amour a sauver a sauver./Birazcık aşk, kaydetmek için,kaydetmek için
Mais l'amour n'est pas virtuel./ Ama aşk sanal değil

Pomme, c'est un homme et une femme / Elma , bir adam ve bir kadın
Et c'est tout un programme / Ve hepsi hepsi bir program
Un ciel artificiel / Yapay bir gökyüzü
Pomme, qui m'allume et qui me quitte
On s'aime trop vite / birbirimiz çok hızlı sevdik
C'est le vi-c'est le virtuel. / Bu sanal

Dois je sauver / Kaydetmeli miyim ?
ou bien dois je abandonner ? Yoksa vazgeçmeli miyim ?

10 Kasım 2010 Çarşamba

Calogero


Bundan yıllar önce, sanırım ben ortaokuldayken , Fransızca bir şarkı vardı çok popüler , çok hoşuma gitmişti ve hayret demiştim Fransızlar bu kadar güzel müzikler yapabiliyor muymuş.Şarkının adı da "Face a la mer" idi, bir tek o kısmını anlayabiliyordum (anlamını bilmesem de dilime dolayabilmiştim.) Geçenlerde Calogero'yu dinlemeye başlayınca farkettim ki çok sevdiğim bu şarkı onunmuş.Ve dahası Teoman'ın Çoban Yıldızı, Sertab Erener'in bugünlerde çok dönen şarkısı Bir Damla Gözlerimde Calogero cover'larıymış (aslında bunu öğrenmek biraz hayal kırıklığı yaratmadı da değil.)

Dinledikçe müziğine hayran kaldım Calogero'nun. Zaten kendisi Fransa'nın da en çok sevilen şarkıcılarından biriymiş.Her şarkısı kendini dinletse de tavsiye etmeden geçemeyeceğim şarkıları şunlar: 

Favorim Face a la mer (Denize Karşı ) : http://fizy.com/#s/1mdjgm
İkinci en sevdiğim şarkısı Pomme C ( Elma C ) : http://fizy.com/#s/1m5fm5
Danser Encore ( Tekrar dansetmek - Teoman'ın çoban yıldızı şarkısının aslı ) : http://fizy.com/#s/16jvfi
Si Seulement Je Pouvais Lui Manque (Sadece beni özlemesini sağlayabilseydim) - Sertab'ın Bir Damla Gözlerimde şarkısının aslı ) : http://fizy.com/#s/1ludm3
Ve Je Vis Ou Tu M'as Laisse ( Beni terkettiğin yerde yaşıyorum ) :  http://fizy.com/#s/1lxpwy

Daha öyle güzel şarkıları var ki , ben beş taneyle duruyorum ama siz diğerlerini de keşfedin derim.

9 Kasım 2010 Salı

It's Complicated


Jane ve Jake , Jake'in sadakatsizliği yüzünden 10 yıl önce boşanmıştır. Jake daha sonra Jane'i aldattığı genç ve güzel Agnes ile evlenmiştir ama bu evlilik hiç de iyi gitmemektedir.Agnes'in başka birinden Pedro adında yaramaz mı yaramaz bir de oğlu vardır.

Jane ve Jake üç çocuklarından biri olan Luke'un mezuniyeti için gittikleri New York'ta tesadüf eseri aynı otelde kalırlar ve akşam beraber yedikleri yemek sonrası sarhoşken beraber olurlar ve aslında hala birbirlerini sevdiklerini anlarlar.Ama ortada bir yanlışlık vardır , şimdi de ikisi Agnes'i aldatmaktadırlar !

Jake'in ısrarlarına ve hislerine yenik düşen Jane bu ilişkiye hayır diyemez ama bir yanda da evini yaptırdığı mimar Adam vardır. O da yeni boşanmış çok tatlı bir adamdır ve çok güzel vakit geçirmektedirler beraber.
Filmin devamında Jane'in Adam ve Jake arasında gelgitleri , Jake 'in Jane'i tekrar elde etmek için çabaları çok tatlı bir şekilde sunulmuş.

Meryl Streep'in sıcacık gülüşleri ve Alec Baldwin'in çapkın bakışlarıyla film harika vakit geçirtiyor, bazen gülmekten yerlere yatırıyor.Ve film boyunca harika bir aşçı olan Jane'in yaptığı yemekler ve tatlıları görünce ağzınız sulanıyor! Tavsiyem bu filmi izlerken yanınızda tatlı bir şeyler bulundurmanız çünkü mutlaka canınız çekiyor.

Sonuç olarak Jane'in yaptığı kruvasanlar kadar tatlı bu filmi izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim ! 

4 Kasım 2010 Perşembe

Debout Sur Le Zinc





Debout Sur Le Zinc ( Standing At The Bar - Türkçesi barda dikilirken gibi bir şey olsa gerek, biraz komik geliyor kulağa) , Fransız bir grup.Geleneksek Fransız ve İrlanda müziğinden etkilenen müzikleri daha çok gipsy jazz, tango, vals gibi dans salonu müzikleri kategorisinde görülüyor.Grup ise kendini aslen İrlandalı bir folk topluluğu olan bir rock grubu olarak tanımlıyor.Fransız ve İrlanda ezgilerini çok seven bir insan olarak yaptıkları müzik benim gerçekten hoşuma gitti.

Grubun en beğendiğim üç şarkısını size dinletmek istiyorum şimdi : 

Les Mots D'Amour ( Aşk kelimeleri ) : http://fizy.com/#s/1mjhb7
Elle (O, yani She) : http://fizy.com/#s/1mjhbb

ve

Le Marin de Douce( Kara Sakini ) : http://fizy.com/#s/1m5rs1

Grup hakkında daha çok bilgi isteyenler için resmi web siteleri : http://www.dslz.org/

3 Kasım 2010 Çarşamba

Tryo - Serre Moi



Serre Moi (Sar Beni) Tryo'nun çok hoşuma giden şarkılarından biri.Çok uğraştım ama çevirmeyi başardım sonunda.Çok zor oldu , itiraf ediyorum bir Fransız'ın yaptığı İngilizce bir çeviriden de yardım aldım.Ama onun söylediğine göre onun için bile çok zor olmuş şarkının sözlerini anlamak! 

Buyrun sözler burada:

Embrasse moi dessus bord / Öp beni fazlasıyla
Viens mon ange, retracer le ciel / Gel benim meleğim, gökyüzünü anlat
J'irai crucifier ton corps, / Bedenini çarmıha gereceğim
Pourrais-je depunaiser tes ailes ? / Kanatlarını çıkarabilecek miyim ?

Embrasser, te mordre en même temps / Seni öpmek ve ısırmak aynı anda
Enfoncer mes ongles dans ton dos brulant / Tırnaklarımı yanan sırtına geçirmek
Te supplier de me revenir et tout faire /  Bana geri dönmen için sana yalvarmak ve herşeyi yapmak
ô tout pour te voir partir et viens! / Hepsi seni giderken görmek için ve gel !

Emmene moi là bas / Beni oraya götür
Donne moi la main / Bana elini ver
Que je ne la prenne pas / ki tutamayayım
Ecorche mes ailes / Kanatlarımı yak
Envole moi / Uçur beni
Et laisse toi tranquille a la fois / Ve sakin kal aynı zamanda
Mille fois entrelacons nous /  Binlerce defa sarılalım
Et lassons nous meme en dessous / Hatta yoralım birbirimizi gizli gizli
Serre moi encore serre moi /Sar beni tekrar sar beni
Jusqu'a etouffer de toi / Ta ki ben boğulana kadar

Il y a des salauds / Bazı pislikler var
Qui pillent le coeur des femmes / Kadınların kalbini yağmalayan
Et des femmes qui n'savent plus trop / ve kadınlar artık bilmiyorlar
D'ou l'amour tire son charme / Aşkın cazibesini nerden aldığını
Papillons de fleurs en fleurs / Kelebekler çiçekten çiçeğe
D'amour en amour de coeur / Bir aşktan bir aşkına
Ce qui n'ont qu'une etoile /  Tek bir yıldızı olan bir kalbin
Ou ceux qui brulent leur voiles / Veya yelkenlerini yakanların

J'aime tes larmes quand tu aime / Gözyaşlarını seviyorum sen sevdiğinde
Ta sueur,  le sang,  rendons nous amants / Terin, kan bizi sevgili yapıyor
Qui se passionne, qui se saigne / tutkuları olan, birbiri için kanayan
J'aime quand mon ecorché est vivant / Benim hassas sevgilimin canlı olmasını seviyorum
Je ne donne pas long feu / Yaktığım ışık uzun sürmeyecek
A nos tragédies, à nos adieux  / Trajedilerimizle , elvedalarımızla
Reviens moi, reviens moi / Bana geri dön, bana geri dön
Tu partira mieux comme ça /  Böyle daha iyi ayrılırsın

A force de se tordre, /  Acıdan kıvranarak
On en finirai par se mordre / Birbirimizi ısırarak son buluyoruz
A quoi bon se reconstruire, /  Neden herşeyi baştan inşa edelim
Quand on est adepte du pire / Herşeyin en kötüsünü seviyorken
Malgré nous, Malgré nous,/ Kendimize rağmen, kendimize rağmen
A quoi bon se sentir plus grand / Neden kendimizi olduğumuzdan büyük hissedelim
Que nos, deux grains de folie dans le vent / Biz, rüzgarda uçan iki çılgınlık tanesi
deux ames brulantes deux enfants / İki yanan ruh, iki çocuk

Serre moi encore serre moi /Sar beni tekrar sar beni
Jusqu'a etouffer de toi / Ta ki ben boğulana kadar



Dublin - 1




Gezmeyi çok çok seven bir insan olarak bundan sonra yaptığım gezileri de sizlerle paylaşmak istedim.İlk yazmak istediğim yer ise Dublin oldu.İş vesilesiyle gittiğim ilk yurtdışı seyahatim.Dublin'de 9 gün geçirdim tek başıma , ufak bir şehir olduğu için ve yalnız olduğum için sıkıldığım anlar olmadı değil ama genel olarak çok çok güzel bir geziydi diyebilirim.





Dublin ortasından nehir geçen bir şehir, Liffey nehri şehri kuzey ve güney olarak ayırmakta.Kuzey kısmı evlerin daha yoğun olduğu bir bölge.Güney ise daha hareketli.






Kuzey tarafının en büyük caddesi O'Connell Street.Dümdüz güneye doğru inen cadde O'Connell köprüsüyle şehrin merkezi diyebileceğimiz Grafton Street'e bağlanıyor.









Henry Street ise O'Connell Street'i dik kesen, birçok dükkanı barındıran bir alışveriş cenneti.Güneye göre buradaki fiyatlar daha uygun.Bu caddenin O'Connell caddesiyle kesiştiği yerde bir de The Spire adı verilen metal bir direk var yandaki ve üstteki resimlerde de görebileceğiniz.Ne estetiği var , anlamı nedir bilemiyorum ama şehrin sakinleri arasında da çok dalga konusu olduğunu ve bir sürü isim yakıştırıldığını duydum kendisine.








Güney yönüne doğru ilerliyoruz.O'Connell köprüsünü ( ya da yaklaşık 100 mt de bir var olan herhangi bir köprüyü ) kullanarak şehrin merkezine iniyoruz.Dublin'in simgesi Trinitiy College, Belediye binası (City Hall) ,şehrin en büyük kilisesi Christ Church, Dublin kalesi, Grafton Street , şehrin eğlence merkezi Temple Bar ve tabi ki İrlandalıların gururu Guiness'in yapıldığı Brewery bu tarafta.  Bu arada tabelaların üstündeki küçük harfli yazılar İrlandaca (Irish).Her tabeladaki yazının ülkedeki %10 gibi bir populasyonun konuştuğu dildeki karşılığı mevcut.




Ve işte burası da Grafton Street. Bizim İstiklal Caddemiz gibi yalnız daha kısa.Her adım başında ya gösteri yapan birini ya bir müzisyeni ya da resim yapan bir ressamı görüyorsunuz. Yandaki adam da saatlerce bu şekilde dikildi mesela, sanki rüzgara karşı yürür gibi.Çok hareketli bir cadde, birçok dükkan var ama burası çok pahalı. Gençlerin ve turistlerin bol bol bulunduğu bir mekan yani bir anlamda Dublin'in piyasası.O soğukta ben mont, atkı, bere gezerken minnacık etekleri ve tişörtleriyle gezen birçok kız vardı.Sıcakkanlı insanlar anlayacağınız :)




Burası da Dublin'in pek meşhur üniversitesi Trinity College.Book of Kells adında kocaman bir kütüphanesi var .Ben gelmeden birkaç ay önce The Cranberries burada konser vermiş.Bunu duyunca çok üzülmüştüm çünkü grup yıllardır ayrıydı , denk gelse çok muhteşem olabilirdi kendi anavatanlarında en sevdiğim grubu dinlemek.Neyse ki sonra İstanbul'a geldiler de dünya gözüyle görmüş olduk kendilerini.






Burası da St Stephen's Green adlı kocaman bir park.Tam Grafton Street'in bitiminde, benim kaldığım otelin de tam karşısında :) Açıkçası şehrin merkezinde böyle nefes alınabilecek yemyeşil bir yeri görünce çok özenmiştim.İrlandalı babalar çocuklarını alıp burada gezmeye çıkarıyorlar. Bir yandan arkadaşlarıyla muhabbet ederken bir yandan bebek arabası sürüyorlar!






Dublin gezimiz henüz bitmedi , daha anlatacak çok şeyim var ama tek bir yazıya sığdıramayacağım sanırım.Bir sonraki yazımda şehirde yaşamı ve eğlence hayatını anlatmayı düşünüyorum.Şimdilik hoşçakalın :)  (Bu arada fotoğraflarda 2007 yazdığına bakmayın 2010 çekimdir hepsi, makinenin ayarı bozukmuş ve ben farketmemişim sadece :)

30 Ekim 2010 Cumartesi

Annem ve Hayatın Anlamı



Annem ve hayatın anlamı, Dr. Irvin Yalom' un psikoterapi öykülerinden oluşan kitabı.Irvin Yalom,
Rus kökenli Yahudi asıllı ABD'li bir psikiterapist.En bilinen eseri Nietsche Ağladığında.
Bu kitabı yıllar önce ben de okumuş ve beğenmiştim , bu yüzden Annem ve Hayatın Anlamı kitabını
görünce de ilgimi çekti ve okumak istedim.

Kitap altı bölümden oluşuyor. ilk bölüm "Annem ve hayatın anlamı".Bu bölümde yazar kendi annesiyle olan
kötü ilişkisini, hayatı boyunca annesine duyduğu nefreti ve annesinin ölümünden sonra onu rüyalarında  görmeye başlamasını, kendi yorumuyla onla olan hesaplaşmasını anlatıyor.

İkinci bölüm "Paula'yla yolculuklar". Paula ölmek üzere olan bir kanser hastasıdır, ama artık kaderiyle barışmıştır.Çok dindar bir insandır ve bu hastalıgın kendisine başka ölmek üzere olan hastalara destek vermek için gönderildiğine inanmaktadır.Bu bölümde Paula'nın canla başla başkaları için yaptığı çalışmalar, Dr. Irv ile beraber kurdukları çalışma grubunun başarıları , Dr ile Paula'nın başlarda mükemmel olan fakat sonra bozulan ilişkileri anlatılmakta.

Üçüncü bölüm ise "güneyli rahatlığı": Paula'yla yaptıkları çalışmanın üzerinden yıllar geçmiştir, Dr
su anda bir grup terapisi yönetmektedir ve aynı zamanda 2 genç terapiste de eğitim vermektedir.
Bu bölüm daha çok gruptaki hastalarla yaşanan diyaloglar,seanslar, ve en çok da sürekli verici olan
bu yüzden başkalarından alması gereken hiçbir şey olmadığını düşünen Magnolia'nın etrafında
dönmekte.Magnolia Dr u en çok zorlayan hasta olur çünkü grup tedavisinin motivasyonu hastaların
paylaşımıdır, kimseden alacak birşeyi olmayan birinin grup tedavisinde ilerlemesi mümkün değildir.

Dördüncü bölüm "Yas terapisinde yedi ileri ders": Bu bölümde hasta kendisi de bir doktor olan Irene'dir.Gençliğinde abisini kaybetmiştir, sonrasında ard arda birçok kayıp daha yaşamıştır.En son kocası Jack'i de beyin tümöründen kaybettikten sonra hayata tekrar karışmayı reddetmekte ve hayatına giren bütün erkeklerin ölüme mahkum olduğunu düşünmektedir.Kitabın en uzun ve detaylı bölümü burası.Dr'un Irene'le başa çıkmak için geliştirdiği stratejiler, hataları ve yıllar süren seanslardan sonra Irene'in iyileşmesi..

Beşinci bölüm "Çifte Açıklama". Bu ve bir sonraki bölümde Dr.Ernest Lash adındaki bir psikoterapistin yaşadıklarını okuyoruz.Hastası Myrna adında başarılı bir kadındır ama erkeklerle arası hiç iyi değildir.Onunla olan seansları çok zor geçmektedir çünkü Myrna hiç katılımcı değildir ve sürekli seans parasının çokluğundan ve daha bir çok şeyden dolayı doktora sızlanmaktadır.Her seans sonrası doktor ona dinlemesi için seansın ses kayıtlarını verir.Bir gün doktor kasedi ona vermeyi unutur ve sonra arayıp gelip almasını ister.Fakat kasedin üstüne Myrna hakkında kendi yorumlarını da kaydettiğini unutmuştur.Myrna bunları dinler,ve daha sonrasında seansların gidişatı tamamen değişir çünkü Myrna'nın artık en büyük amacı bu bilgiler sayesinde doktoru köşeye sıkıştırmaktır.

Altıncı bölüm Macar Kedinin Laneti. Dr Ernest Lash'in bu sefer Harston adlı bir hastası vardır ama seanslar
pek iyi geçmemekte.Hasta seansları bırakmak istediğini söylerken doktorun ısrarı sonucu başından geçen çok enteresan bir olayı anlatır.Yaşadığı tek gecelik bir ilişkiyi ve o gece gördüğü bir kabus yüzünden yaşadığı panik atağı ve sonrasında kadına hiçbir şey söylemeden evden kaçışını anlatır.Dr ise herhangi bir sebep gösterilmeden terkedilen kadın için üzülür.Hastasının ağzından onun hakkında bilgiler alır ve gider kadınla tanışır, sonra onunla beraber olur ve aynı kabusu o da görür.Aslında kadın lanetlidir ve lanetin kaynağı da bir kedidir.Daha sonra doktor kediyle bir seans yapar ve onu laneti kaldırması konusunda ikna etmeye çalışır.Bu bölüm biraz masalsı ancak kitabın en sürükleyici bölümü.

Eğer siz de benim gibi psikolojiye ilgi duyuyorsanız okumaktan zevk alacağınız bir kitap.
Psikoterapi teknikleri, seansların gidişatı ve sorulan sorular, psikoterapistlerin seanslar sırasında akıllarından geçenler,diğer psikoterapistlerle yaptıkları tartışmalar..
Bu arada bana çok enteresan gelen bir detay : Seanslar sırasında hastanın gördüğü rüyalardan çok fazla faydalanılıyor,Dr. Irvin'in Paula'yla yaptığı bir seansta, Paula rüyasında evinin daha önce varlığını
bilmediği odaları olduğunu keşfettiğini anlatıyor ve doktor bunu kişinin kendisini keşfetmesi olarak yorumluyor ki bu benim sık sık gördüğüm bir rüya.


27 Ekim 2010 Çarşamba

Bedensiz Kadın



Taksim Küçük Sahne'de sergilenen oyun, Mate Matisic adlı Hırvat bir yazarın kaleminden çıkmış. Bosna savaşı sırasında tecavüze uğrayan ve kocası öldürülen ve daha sonra fahişe olan bir kadın, savaştan sonra kanser olan ve vicdan azabını hafifletmek için kadınla evlenmek isteyen eski bir asker, suçlarının ortaya çıkmasından korktukları için arkadaşlarını intihara zorlayan diğer askerler, bütün bu olanların yanlış olduğunu bilmesine rağmen kadın lehine mahkemede tanıklık etmeyi reddeden ve kendince Tanrı'nın onları kurtarması için dua etmeye devam eden askerin annesi...

Oyun, savaş sırasında yaşanan iğrençlikleri göz önüne seriyor. İnsanların fırsatını bulunca kötülük yapmaya ne kadar hazır olduklarını görünce inanamıyorsunuz , dahası da bu kötülükleri devam ettirmekte ve gizlemek için daha kötü şeyler yapmakta hiç sakınca görmüyorlar. Ve iyi olduklarını iddia eden insanlar da haksızlığa uğrayanların hakkını savunacaklarına duaların arkasına sığınıyor ve kötülüğe ortak oluyorlar.

İlk 15-20 dakikası fahişe ve eski asker arasındaki cinsellik ağırlıklı diyaloglarla geçiyor oyunun ve bu hep böyle mi geçecek diyorsunuz, ta ki sahneye bir diğer asker girene kadar.Oyunun gidişatı o andan itibaren değişiyor, güzelleşiyor.Fırsatını bulduğunuzda izlemenizi tavsiye ederim, bence görülmesi gereken bir oyun.

26 Ekim 2010 Salı

Tryo


Tryo, Fransızca sözlü unplugged reggae müzik yapan bir grup.Grup 3 Fransız gitarist (Cyril Celestiné , Christophe Petit ve Manu Eveno) ve bir Güney Amerikalı perküsyonistten (Daniel Bravo) oluşuyor.Fransa'da yarı politik aynı zamanda eğlenceli şarkı sözleri sebebiyle ünlü bir grupmuş.Ben ilk olarak "Desole Pour Hier Soir" adlı çok eğlenceli şarkılarıyla tanıdım kendilerini.Daha sonra başka şarkılarını da dinledim , hepsini çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim ama bayağı sevdiğim birkaç şarkısı var. Takip etmeye değer bir grup olarak gördüm kendilerini.

Size de sevdiğim birkaç şarkısını tavsiye edeceğim, daha sonra "desole pour hier soir " (dün akşam için özür dilerim) şarkılarını da detaylı olarak işlemeyi düşünüyorum :) 

Desole Pour Hier Soir: http://fizy.com/#s/1ludom

Si La Vie M'a Mis La (Doğu ezgileriyle dolu bir şarkı , ben çok sevdim.)  :  http://fizy.com/#s/1pq7ov

France Telecom : http://fizy.com/#s/1mtiv1

25 Ekim 2010 Pazartesi

Kronik Öksürük ve Yanlış Tedavi


Yıllardır her kış tekrar eden ve havaların düzelmesiyle kendi kendine son bulan bir öksürükten muzdaribim. Kullanmadığım ilaç , antibiyotik , öksürük şurubu kalmamıştır.Ancak geçen sene şirket doktorumuz bunun alerjik olduğunu keşfetti ve ben alerji ilaçları sayesinde ilk defa öksürüksüz bir kış geçirdim.Bu sene tekrar başladı ve bu sefer alerji ilaçları da fayda etmedi, çünkü bu sefer sebep reflüydü, boğazımı tahriş eden asit öksürmeme sebep oluyordu.

Hürriyet'te Çigdem İşler'in bugünkü yazısı işte bu kronik öksürükle ve öksürük şurupları ve antibiyotiklerin yanlış kullanımıyla ilgili.Buyrun siz de okuyun bilinçlenin :)


Solunum hastalıklarının büyük bir kısmını kronik hastalıklar oluşturuyor. Astım gibi alerjik kökenli hastalıklar, KOAH denilen hastalık, uyku ile oluşan solunum bozuklukları ve nedeni bilinmeyen bazı akciğer hastalıkları... Bir de sigara alışkanlığı nedeniyle ya da grip sonrasında ortaya çıkan ve bazen aylarca sürebilen kronik öksürük hastalığı var.

Kronik öksürük göğüs hastalıklarında en sık karşılaşıyan semptomlardan biri. Uzmanlar sık yineleyen öksürüklerde tanıyı koyarken altta yatan astım gibi olası bir solunum yolu alerjisi, tüberküloz ya da bağışıklık bozukluğu aranması gerektiğine dikkat çekiyor. Ancak Türkiye’de kronik öksürüğü olan kişilerde ciddi olarak bir tanı problemi ortaya çıkıyor. Kronik öksürük toplumda ciddiye alınmıyor, kişi sigara da içiyorsa, bu sigara alışkanlığına bağlanıyor, hastalık olarak algılanmıyor.

Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Can Öztürk, kronik öksürükle ilgili olarak hekimlerin bakış açısında da yanlış değerlendirmeler olduğunu dikkati çekiyor.

Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği'nin bu yıl 32'ncisi yapılan Ulusal Kongresi'ndeydik. Türkiye'nin önemli üniversitelerinden 9 bilim insanının bir araya gelerek kurduğu ve ana amacı toplumsal ve mesleki araştırmaları destekleyerek Türk halkının akciğer sağlığını korumak olan dernek, bu yıl 40'ncı yılını kutluyor


Kongrede yaklaşık bin 500 kişinin izleme ve katılma fırsatı bulduğu paneller, konferanslar ve karşıt görüş toplantıları, 2010 yılının Dünya Akciğer Sağlığı yılı ilan edilmiş olması sebebiyle de daha ilgi çekici oldu.

Yılda 30 bin kişi akciğer kanserine yakalanıyor

Dünya genelinde ölümlerin yaklaşık yüzde 20'si akciğer hastalıklarına bağlı olarak oluşuyor. Yılda 4 milyon kişi KOAH olarak bilinen kronik akciğer rahatsızlığı yüzünden, 3 milyon kişi pnömoniden (zatürre), 2 milyon kişi ise akciğer kanserinden yaşama veda ediyor.

Türkiye'de yılda 30 bin kişinin akciğer kanserine yakalandığını düşünürsek rakamlar çok ürkütücü. Üstelik uzmanların 2025 yılında akciğer hastalıklarına bağlı ölümlerin, erkeklerde 4.3 kat, kadınlarda da 2.8 kat artacağı yönündeki tahminleri de konunun önemini bir kez daha vurguluyor.

Bu alanda yapılan çalışmalar ise gerçekten çok çarpıcı. Tedavi yöntemlerinde umut veren gelişmeler yaşanıyor. Ancak mutlaka sigarayı bırakmak şart. Akciğer kanseri ve KOAH ile mücadele kuşkusuz çok önemli ancak dikkat çekilmesi gereken bir başka konu daha var ki özellikle Türk toplumunun önemli bir sorunu, o da kronik öksürük.

Türkler neden çok öksürüyor

Basın toplantısından sonra Dernek Başkanı Prof. Dr. Can Öztürk'e soruyorum, Türklerin öksürüğü neden hiç geçmiyor?

- Maalesef hem toplumda hem de bazı hekimlerimizin bakış açısında yanlış değerlendirme var. Bugün haftalardır, aylardır öksüren insanlar, bir öksürük şurubuyla - ki biliyorsunuz bu şuruplar reçetesiz temin edilebiliyor- çözüm arıyor. Oysa grip sonrası, 15 günü geçen her öksürük gribin etkisiyle oluşmuş bir bronş aşırı duyarlılığı hastalığı. Muhakkak tedavi edilmesi gerekir. Edilmezse bu 3 ay da sürebilir 6 ay da. Hatta astıma dönebilir.

Kronik öksürük astım hastalığının belirtisi o zaman...


- Astım hastalığının tek belirtisidir kronik öksürük. Biraz alerjik altyapısı olan başka alerjik sorunu olan kişilerde tekrarlayan veya uzun süredir geçmeyen öksürükler varsa bunun astıma bağlı olması çok yüksektir. Astıma yönelik tedavi başladığı zaman 2 3 gün içinde aylardır çektiği öksürük sıkıntısı ortadan kalkabiliyor.


Oysa bir gerçek var ki toplum olarak astım teşhisi konulmasından korkuyoruz. İnsanlar astım olabileceğini düşünmüyor. Prof. Dr. Can Öztürk de aynı şeyi ifade ediyor, astımın öksürükle seyredebileceğini kimsenin bilmediğini söylüyor.
Peki nasıl tedavilecek kronik öksürük vakaları?

- Kronik öksürük vakalarında birkaç neden var. Reflü mesela çok sık görülen hastalıklardan biri. Midenin içeriği yemekten sonra yemek borusuna doğru yukarıya kaçıyor. Reflüsü olan kişilerde de kronik öksürük çok oluyor. Kronik öksürük hastası değerlendirilirken astım ve reflü muhakkak dikkate alınmalı. Ancak çoğu zaman bir antibiyotik veriliyor hastaya, hiç gereksiz yere antibiyotik yüklenmiş oluyor, zaten öksürüğü de düzelmiyor. Azalır gibi oluyor ama sonra tekrar devam ediyor kaldığı yerden. 

Antibiyotik tedavisi faydasız, öksürük şurupları da var. Ama çoğu öksürük şurubunun geçici çözümler sunduğunu görüyoruz. 

- Öksürük şurupları maalesef çok yanlış ve yaygın kullanılıyor. Sanılıyor ki bu şuruplar bir tedavi aracı. Öksürük şuruplarının hiçbir tedavi edici özelliği yoktur. Ancak şu vardır: İçindeki bazı uyuşturucu maddeler nedeniyle o an öksürüğü kısmen bastırır. Gece biraz onun etkisiyle insanlar bir süre rahat uyur. Başka fayda beklenmemeli.
  
Astım hastalarında ya da kronik öksürük vakalarında inhaler yani solunum yoluyla içe çekilerek kullanılan ilaçlar kullanılıyor. Ancak bu ilaçların çok az miktarlarda olsa bile kortizon içermesi biraz düşündürüyor. Bu konudaki endişeleri de soruyorum hocama:

- Kortizonlu ilaçların özelliği şu: İnhaler dediğimiz ilaçlar kullanılıyor. Bu ilaçların içerdiği kortizon miktarı normal bir tablette ya da kapsülde olanının onda biri kadar. Direk akciğerlere gidiyor, dolayısıyla bronşları ve havayollarını etkiliyor. Hiçbir zaman kana karışmıyor. Onun için de kortizonun yan etkileri bu şekilde kullanım tarzında hiç söz konusu değil. Endişe yersiz, Doktorlarda endişe varsa bu onların konuyu iyi bilmediklerini gösterir. Hastaların duygularına yakın bir şeyleri paylaşma isteğinden kaynaklanıyordur. Yoksa bütün dünyada çok güvenlidir. Bir ömür boyu devamlı kullanıllanıldığı halde ciddi yan etki oluşturmayan ilaçlardır.

Kronik öksürüğün tedavisi zor değil. Tedavisinden kaçılması veya yanlış, tedavi yerine geçen, tedavi gibi seçeneklere gidilmesi yüzünden kişilerin hayatını son derece olumsuz etkilemeye devam eden bir durum. Ayrıca kronik öksürüğü olan kişiler tedaviye başlamış olsa bile sigara içmeyi de sürdürüyorsa, hangi tedaviyi verirseniz verin faydasız olacağı bir gerçek.


Yazının orjinali için:


22 Ekim 2010 Cuma

Yoort

  
 Geçen akşam Ortaköy'de gezerken gördüm.Böyle bembeyaz bir konsept, beyaz masa ve sandalyeler , çeşit çeşit yoğurtlar, mandalinalı, ahududulu, kivili.. Benim gibi Ortaköy'ü de kumpirini de seviyor , ama kalorisinden dolayı yemek istemiyorsanız alın size alternatif ( her gittiğimiz yerde birşey yemek mecburiyetimiz var ya ondan :) Hafif ve güzel bir seçim , ama çok soğuk ! Zaten sloganları da "kusura bakma dondurma" . Üstüne ekleyebileceğiniz çeşit çeşit topping ler de var ( Nedense İngilizce kullanmayı tercih etmişler ). Ama bence hiç gerek yok, tadını karıştırıyor yoğurdun. Biz günün yoğurdu mandalinalıdan almıştık, meyve tadı o kadar yoğundu ki üstündekileri aldığımıza pişman olduk. Yoğurtları aynı zamanda prebiyotikmiş ve yağsızmış.Sonuç olarak , müptelası olunacak gibi değilse de arada iyi gider :)

21 Ekim 2010 Perşembe

Gabriella Ferri


Gabriella Ferri de tesadüfen keşfettiğim şarkıcılardan biri.
İtalyan , Roma doğumlu. Kariyerine Milan'da bir gece klübünde başlamış ve daha sonra Roma'da devam etmiş. "Sempre" adlı şarkısıyla oldukça ün kazanmış.3. kattaki bir balkondan atlayarak intihar etmiş , gerçi ailesi anti depresan ilaçların etkisiyle dengesini kaybedip düşmüş olduğunu iddia etmekteymiş.

Remedios adlı şarkısı tanıdık baya : http://fizy.com/#s/16ogtm

Bu da en popüler şarkısı "Sempre" : http://fizy.com/#s/13ytml

Ama benim favorim "dove sta zaza" adlı şarkısı : http://fizy.com/#s/1m50d6

İlk başta sevmeli mi sevmemeli mi insan karar veremiyor ama bir şekilde kendini sevdiriyor şarkı. 

Gildor Roy


Geçenlerde keşfettim kendisini , Fransızca sözlü latin / country / tropik müzik yapıyor. Çok eğlenceli. Aynı zamanda oyuncuymuş, bir çok filmi ve televizyon programları var. Kanada'da yaşıyor.

En beğendim 3 şarkısını dinleteyim size : 

C'est dommage :  http://fizy.com/#s/1ovj9e


Volando:  http://fizy.com/q/gildor+roy+volando#s/1qfi49  ( bu şarkı ispanyolca )

Umarım siz de benim kadar beğenirsiniz :)