29 Nisan 2009 Çarşamba

Through The Looking Glass







Alice's Adventures in Wonderland ' den sonra Through The Looking Glass ile devam edeceğimden bahsetmiştim.Bu kitapta bu sefer kızımız Alice soğuk bir kış gecesi koltuğunda oturur , kedisiyle dertleşir ve onunla satranç oynamayı hayal ederken, birden aynanın arkasındaki evi merak eder.Evin odası, kendi oturduğu odayla tamamen aynıdır ancak, gerçekten bir şömine var mıdır orada da , çünkü şöminenin arkası görünmemektedir aynada.Alice, aynanın yanına gider ve birden kendini diğer tarafta bulur , bu dünyada herşey ters yaşanmaktadır, bir yere gitmek istiyorsan onun tersi tarafına yürümelisindir, hafızalar da ters işler, henüz yaşanmamış olayları hatırlayabilirsin.Satranç taşları canlıdır, ve evin bahçesi bir satranç tahtası şeklindedir.Alice bu bahçede ilerleyerek Kraliçe olmayı hedeflemektedir en son hamlede.Yol üzerinde bir çok macera yaşar, enteresan karakterlerle karşılaşır.







Bu karakterlerden enteresan bulduklarımı size anlatacağım.İlki tweedledum ve tweedelde.Bunlar şişman iki kardeş,biri ne derse diğeri "contrariwise" diyerek onay verir.Biri diğerinin yeni çıngırağını kırdı diye kavga etmeye anlaşırlar, kitapta "agree to have a battle " diye geçiyor.Aslında karakterler bir tekerlemeden yola çıkılarak yaratılmış ve bu tekerlemede anlatılan olaylar yaşanıyor kitabın onlara ait bölümünde.Önce yukarıda bahsettiğim gibi kavgaya tutuşuyorlar, sonra canavarvari bir horozun geldiğini görünce korkudan kavgalarını unutuyorlar.
Tekerleme şu şekilde:








Tweedledum and Tweedledee
Agreed to have a battle;
For Tweedledum said Tweedledee
Had spoiled his nice new rattle.
Just then flew down a monstrous crow,
As black as a tar-barrel;
Which frightened both the heroes so,
They quite forgot their quarrel




İkinci karakterimiz Humpty Dumpty, yani duvarda oturan yumurta.Bu karakter de çok ünlü bir tekerlemeden geliyor.Humpty Dumpty kelimelerle oynayarak ya da birkaç kelimeyi birleştirerek enteresan kelimeler türetiyor.Örneğin;
- "brillig" means four o'clock in the afternoon- the time when you start broiling things for dinner.
- "wabe " is the grass-plot around the sundial,because it goes a long way before it and a long way behind it.





Sonrasında,Alice kızımız yolunda ilerlerken The King'le karşılaşıyor (biz de Şah'a denk geliyor satranç taşı olarak) .Kral Alice'e Elçilerinden birini görüp görmediğini soruyor. (The Messengers, biri Haigha , ilk kitaptaki March Hare karakteri, diğeri Hatta , ilk kitaptaki Hatter, ancak konu olarak herhangi bir bağları yok.) Kralla Alice arasında şöyle bir konuşma geçiyor:

Alice - 'I see nobody on the road'
The King -' I only wish I had such eyes.To be able to see Nobody! And at that distance too!'






En son paylaşmak istediğim karakter Şövalye (The Knight). Öyle beceriksiz bir şövalye ki sürekli at üstünden düşüyor ve Alice onu düzeltmek zorunda kalıyor, ve sürekli saçma sapan şeyler icat ettiğini iddia ediyor.Şövalye Alice'e bir şarkı söylemek istiyor ancak şarkının adı konusunda bir türlü anlaşamıyorlar şöyle ki:

The Knight- 'The name of the song is called Haddocks' Eyes
Alice- 'That's the name of the song , isn't it?'
The Knight- 'No , you don't understand.That's what the name is called.The name really is The Aged Aged Man.
Alice-'That's what the song is called?'
The Knight- ' No, that's quite another thing!The song is called Ways and Means but that's only what it's called ,you know!'
Alice- 'Well, what is the song ,then?
The Knight- 'The song really is A-sitting On A Gate'

Her iki kitapta da daha anlatılacak çok fazla karakter ve enteresan diyalog var,yalnız ben size en çok hoşuma gidenleri aktardım.Gerisini öğrenmek için tavsiyem ikisini de orjinal dilinde okumanız.İki kitap da gayet başarılıydı ancak tabi ki Alice's Adventures in Wonderland çok daha güzeldi,belki de ben sıkılmaya başlamıştım çünkü gözüm sıradaki kitaba takılmaktaydı o sıralar..



Google'a inanmak


Gecen gun, siteme google'dan gelen ziyaretcilerin kullandıgı anahtar kelimelere baktım.En populeri possesivprononomen olmus, sanırım almancaya yogun bir talep var. 2. en cok ziyaretci ceken konu ise aida operası.Bunun nedenini de bu konuda Türkçe kaynakların az olmasına bağlıyorum ben.

Tamam çok güzel, bunlar gayet mantıklı ama merak ediyorum , hangi biriniz google ' daki arama çubuğuna " güvercini doğduktan iki saatte büyüten hormon" yazmıştır veya yazmayı aklından geçirmiştir acaba? Sana sesleniyorum ziyaretçi ne yapacaksın bu hormonu, yazık değil mi canım güvercinlere ? Nedir bu seri üretim tutkusu böyle? Tavukların hormonla kısa sürede büyütülmesi gerçeğine alışmıştık ama güvercinlerin de aynı muameleye maruz kaldığını, ( hele ki 2 saat gibi bir sürede!) hiç duymamıştım, yazık günah vallahi..

23 Nisan 2009 Perşembe

Boleyn Kızı



Bugün,Boleyn Kızı'nın filmini izledim.Kitabı okumamış biri olarak film iyi sayılabilirdi,Natalie Portman ve Scarlett Johansson tabi ki filme ayrı bir renk katıyordu, ayrıca Eric Bana da çok beğendiğim aktörlerdendir.Filmi izledikten sonra kitabı da okumaya karar verdim, konu ilgimi çekti.

Filmdeki en düzgün karakterler kraliçe ve kızların anneleriydi.Neredeyse bütün erkekler, güç  ve ihtiras yüzünden bütün ahlaki değerleri yıkacak işler yaptılar( Gregory ' yi bu kategoriye katmıyorum, yazık oldu çocuğa ) .Baba kızlarını pazarladı, birbirine düşmelerine göz yumdu, Mary ' nin kocası konsey üyeliği için karısını krala verdi, hele o dayı yok  mu , ne kadar pislik bir insanmış öyle, kendi ihtirasları için 3 yeğenini de harcadı.Zaten krala söyleyecek laf yok, çok uçkuru düşük bir insanmış, tam 6 tane karısı varmış ve onları da ya boşamış ya idam ettirmiş.

Ancak, filmde de dikkat ettim,dünyanın her yerinde kadınlar hakir görülüyor, erkek çocuklar kızlardan üstün tutuluyor, oralarda da kadınlar kızları olduğu için ağlıyor.Ancak o beğenmedikleri kızlar , dünyanın düzenini değiştiriyor ,örneğin İngiltere'nin Katolik Kilisesinden ayrılmasına sebep oluyor.

Fırsatını bulduğum ilk an kitabı okuyup, filmle kitabın da karşılaştırmasını yaparım.Ancak sanırım, filmde bir çok detay atlanmış , çünkü hikayeyi bilmeyen biri olarak ben anlamakta zorluk çektim izlerken , e şimdi noldu , kimin eli kimin cebinde, kim bu kadın vs.. gibi sorular belirdi sürekli aklımda..Anlayabiliyorum tabi ki, kocaman bir kitaptan insanları sıkmayacak uzunlukta bir film çıkarmak çok zor ancak, önümüzde bir Yüzüklerin Efendisi örneği varken, beklentileri de çok düşürmemek gerek sanırım..


Alice's Adventures In Wonderland


Linguistic ders kitabını okurken çok fazla bahsinin geçmesi nedeniyle merak ettiğim , alıp okuduğum kitap.Aslında Türkçesini her çocuk gibi ben de okumuş , çizgi filmlerini izlemiştim.Ancak , linguistic kitabındaki alıntılarda benim dikkatimi çeken kelime oyunlarıydı ve sonra kitabın aslında tamamen bunlardan oluştuğunu farkettim.Türkçe'ye çevrilince tabi ki bunlar yok oluyor, ve kitabı orjinal dilinden okumayanlar onu sadece, Alice adlı kızın Harikalar Diyarı'nda başına gelen enteresan olayları barındıran bir çocuk kitabı olarak değerlendiriyorlar.
Bana kalırsa kitap kesinlikle korkunç bir zeka ürünü ve yazarı zaten bir matematikçi.Bu kitabı orjinal dilinde kesinlikle okumanızı öneririm.Ben elimden bırakamadım.




Size kitapta en beğendiğim bir kaç bölümünü anlatayım:






Alice kendi gözyaşlarından oluşan havuzda yüzerken bir fareyle karşılaşır.Sonra fareden kendi hikayesini anlatmasını ister.Fare ona cevap olarak " mine is a long and sad tale " diye cevap verir.Alice 'in tepkisi ise "it ' s a long tail , certainly but why do you call it sad? " olur.Ve sonrasında fare kendi hikayesini anlatırken, Alice bunun aslında yandaki gibi fare kuyruğu biçiminde bir şiir olduğunu düşünür.









Bir diğerinde Alice, The Dutchess yani Düşes ile konuşmaktadır.Düşes, her söylediği cümlenin sonunda "and the moral of that is.. " şeklinde bir açıklama getirmektedir.Konuşmanın bir kısmında hardalın bir mineral olduğuna , ve madenden çıkarıldığına karar verirler ve yakınlarda büyük bir hardal madeni olduğunu söyler düşes ve ekler ; "there is a large mustard mine near here .And the moral of that is- the more there is of mine, the less there is of yours"








Daha sonra Alice Mock Turtle 'la karşı karşıya gelir.Mock Turtle ona deniz altındaki okulundan bahsetmeye başlar.Derslerin ilk gün 10 saat , sonra 9, sonra 8.. şeklinde olduğunu söyler ve Alice bu duruma şaşırınca şöyle der; "That's the reason they're called lessons, they lessen day by day."

Yine Mock Turtle okulda gördüğü dersleri anlatmaktadır.Derslerin isimleri şu şekildedir:

- Reeling and Writhing
- Aritmetic - Ambition, Distraction, Uglification and Derision
(Burada uglify kelimesinin beautify kelimesinin zıttı olduğunu iddia eder Mock Turtle ki İngilizce'de uglification diye bir kelime yoktur.)
- Mystery, ancient and modern
- Drawling , Streching and Fainting in Coils
- Classical, Laughing and Grief







Kitabın sonlarına doğru, Kral ( yani iskambil kağıtlarının kralı ) , masanın üstündeki tartları kimin çaldığı hakkındaki davayı yürütürken, tanık olarak çağrılan Hatter ' a başındaki şapkayı çıkarmasını emreder.Hatter da hayır yapamam benim değil der ve kral o zaman çalıntı der.Hatter'ın cevabı şu olur; "I keep them to sell, I 've none of my own, I'm a hatter" . (Açıkçası ben bu cümleye kadar, Hatter'ın adının buradan geldiğini anlamamıştım.)





Kitap hakkında size biraz fikir vermek istedim.Ben çok beğendim ve bu fantastik dünyaya girip, birazcık olsun gerçek hayatı unutmak çok iyi geldi.Lewis Carroll'ın Alice'in hikayesine devam ettiği "Through The Looking Glass" adlı kitabıyla devam edeceğim.Okuduğumda onunla ilgili yorumlarımı da iletirim..

19 Nisan 2009 Pazar

Ziyaretçi Sayısı ve Queen Arasındaki İlişki

Queen hakkındaki yazımı henüz yollamıştım ki 1'den yukarı pek çıkmayan # online göstergesi birden 5 ' e ve dakika sonra da 8 ' e fırladı.Hali hazırda 7 görünüyor.
Bunu queen' e mi yormalıyım bilemedim , ama bu anı ölümsüzleştirmek istedim.

İşte bu ilk an:

Bu da ikincisi:



Vay be queen sen nelere kadirsin!!!









Queen - We Will Rock You



Çocukluğumda çok büyük iz bırakmış bir queen şarkısı.Ben yaklaşık 4-5 yaşlarındaydım daha okula gitmiyordum.Benim yaşıtım bir de arkadaşım vardı, bizim evin önündeki salıncakta bütün gün ayakta iki kişi sallanırken, bir yandan da bunu söylemeye çalışırdık.Sözlerini bizden yaşça büyük olan , ve o zamanlar yanılmıyorsam lise çağlarını yaşamakta olan kuzenden öğrenmiştik (öğrenmekten ne kasdettiğimi tahmin edebilirsiniz sanırım). Çok eğlenirdik bu şarkıyı söylemeye çalışırken ,ellerimizi önce iki kere dizlerimize sonra da birbirine vurarak ritm tutardık.Vay be ne günlerdi.

Bu şarkıyı hala çok severim ben, arada dinler eski günlere dönerim.

Sözlerini de yazayım madem bu kadar bahsettim :


We Will Rock You

Queen

Buddy you're a boy make a big noise
Playin' in the street gonna be a big man some day
You got mud on yo' face
You big disgrace
Kickin' your can all over the place
Singin'

'We will we will rock you
We will we will rock you'

Buddy you're a young man hard man
Shoutin' in the street gonna take on the
world some day
You got blood on yo' face
You big disgrace
Wavin' your banner all over the place

'We will we will rock you'
Singin'
'We will we will rock you'

Buddy you're an old man poor man
Pleadin' with your eyes gonna make you some peace some
day
You got mud on your face
You big disgrace
Somebody better put you back into your place

'We will we will rock you'
Singin'
'We will we will rock you'
Everybody
'We will we will rock you'
'We will we will rock you'
Alright


Not:Dinlemek isteyenler sol taraftaki playlistte bulabilirler şarkıyı..

18 Nisan 2009 Cumartesi

Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini


Uyarı: Filmi izlemeyenler bu yazıyı okuyunca bana kızmasınlar, bol bol spoiler içermektedir!!

Dün kitabını çok çok beğenerek okuduğum Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini adlı filmi izledim .
Filmin de kitap gibi güzel olacağını ummuştum ama açıkçası tam bir hüsrandı.Tamam, kitaptan uyarlama yapmak gerçekten zor, her detayı çekmeye çalışsanız film bitmez ama bu kadar da atlanmaz ve değiştirilmez ki..


Kitabı okurken çok önemli bulduğum ve beni etkileyen bir çok detay filmde yoktu.
Mesela Carlo'nun hikayesinden hiç bahsedilmiyordu.Carlo aslında bir eşcinsel ve orduya da sevecek birini bulmak ümidiyle katılıyor ve Francesco'ya aşık oluyor.Ancak Francesco ölüyor ve Carlo daha sonra Corelli'ye aşık oluyor ve kurşuna dizilme sırasında bu yüzden kendini Corelli'ye siper ediyor.


Tamam kabul, cinsellik öğeleri prim yapıyor, ancak kitapta Corelli ve Pelegia hiç bir zaman beraber olmuyorlar.Neden her filme illa böyle sahneler koyarlar,savaş sırasında geçen bir filmde sevişme sahnesi olmazsa daha mı az güzel olur.Bence kitap gayet güzeldi o haliyle..

Sonra, Corelli'nin vurulmasından sonraki dönemler hiç anlatılmamış,ki bu çok uzun bir dönem kitapta.Hiç hareket etmeden yatması gerekiyor uzun süre, ve vücudunda bu yüzden yaralar bile çıkıyor.Bir gün Alman askerleri gelip evi arıyorlar ve Corelli'yi mecburen o halde mahzene saklıyorlar.Şöyle bir gösterip geçmişler, ne olduğu bile anlaşılmıyor.Kitapta asıl anlatılan savaş sırasında ve sonrasında insanların çektikleri,Almanların zulmü, kıtlık günleri.Ama sanki savaş bitince herşey bir anda güllük gülistanlık olmuş gibi gösteriliyor filmde..

Dahası, filmde depremde yıkılan evlerinin enkazından babası kendi kendine çıkıyor,
ancak orjinal metinde baba orada ölüyor, ki bence bu çok acıklıydı.

Sonrasında Pelegia doktorluk eğitimi filan da almıyor, Allah aşkına bit kadar bi adada ne arasın doktorluk eğitimi alınacak bir okul?

Filmde Corelli birkaç yıl sonra Pelegia 'nın şarkısının olduğu bir plak yolluyor önce daha sonra da babanın mektubu üzerine geliyor ve bu savaştan 7 yıl sonrasına tekabül ediyor.Ancak kitapta bu
da böyle değil.Corelli bir gün geri dönüyor ancak Pelegia ' yı kucagında bir bebekle görüyor ( Pelegia'nın bulup büyüttüğü kız ) ,onun evlendiğini sanıyor ve yaşlanana kadar da bir daha dönmüyor.Yıllar sonra tekrar dönüyor, ancak o zaman birleşebiliyorlar ki bu hiç de filmdeki gibi 7 yıl sonra değil, artık ikisi de iyice yaşlanmış oluyorlar.

Sonuç olarak, kitabın orjinalinden bu kadar saptırılması ve çok önemli detayların atlanarak
kitabın sadece bir aşk hikayesi haline dönüştürülmesi hiç hoşuma gitmedi.


Ayrıca, neden Kefalonya gibi bir adada, insanlar kendi aralarında bile aksanlı bir İngilizce konuşsunlar? Bari o kısımları orjinal diliyle çekselermiş ve altyazıyla verselermiş, çok saçma olmuş bence..

Amma da kötüledim filmi.Ama siz kitabı mutlaka okuyun, benim favorilerim arasındadır,
kesinlikle tavsiye ederim..

Son olarak emeğe saygı:

Kitap / Film Adı: Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini (Captain Corelli's Mandolin)
Yazar:Louis de Bernieres
Yönetmen: John Madden
Oyuncular:Penelope Cruz, Nicolas Cage, John Hurt, Christian Bale






17 Nisan 2009 Cuma

Gorki - Çocukluğum



Hayatımda okuduğum(aslında bitirmeyi başaramadığım) en iç karartıcı kitap.
Bir insan evladının böyle bir çocukluk geçirmiş olduğunu düşünmek çok üzücü.Kahramanımız babası ve yeni doğan kardeşi aynı gün ölünce annesiyle dedesinin yanına yerleşir.Daha sonra
da annesiyle hiçbir bağı kalmaz, çünkü anne onunla ilgilenmeyi reddeder.Dedesi çok acımasız, sevgi yoksunu bir insandır ve en ufak hareketinde onu cezalandırarak korkunç şekilde dövmektedir,öyle ki günlerce yataktan kalkamamaktadır. İki dayısı sürekli birbiriyle
miras yüzünden didişir, bunlar çok kötü insanlardır, bir tanesi karısını döverek öldürmüştür.Evde dede ve babanenin kapı önünde bulup yetiştirdikleri,Tziganok adında bir de genç bulunmaktadır.Tziganok çok iyi bir çocuktur ve kahramanımız dayak yerken ,onun yediği
dayağın şiddetini azaltmak için kollarını sopanın altına uzatıp,kendini siper eder her defasında.Evdeki en iyi insan babanedir, çok dindardır, her daim çocuğun yanındadır, onu eğlendirmek için elinden geleni yapar.Evdeki fiziksel şartlar da çok kötüdür,



çocuklar böceklerle oyun oynamayı alışkanlık haline getirmişlerdir.

Bir gün dayısının ölen karısının mezarının başına konacak devasa hacı taşırken
Tziganok ,hacın altında kalarak ölür.Bunun üzerine dayısının yorumu ,"
ben taşısaydım ben altında kalacaktım, ucuz kurtuldum " olur.
Bir kaç gün sonra da diğer dayısının karısı doğum sırasında ölür.

Anlayacağınız kitap o kadar iç karartıcı, ve o kadar insanlıktan yoksun karakterleri barındırıyor ki daha fazla dayanamadım , bıraktım.Açıkcası yazarımız icin de gercekten cok üzüldüm, böyle bir cocukluk geciren bir insanın, hayatının ileri donemlerinde bunalıma girip intihara tesebbus
etmesine hiç şaşırmamalı..

16 Nisan 2009 Perşembe

Ergenekon'a Farklı Bir Bakış

Daha fazla yoruma gerek yok sanırım:)

14 Nisan 2009 Salı

Update Panel'de Response.Write( ) Hatası

Eger siz de asp.net 'te update panelle calısıyor ve Response.Write( ) satırında yukarıdaki gibi bir hatayla karsılasıyorsanız, sorununuzun cözümü bende.
Bu hata benim karsıma update butonuna bastıktan sonra popup penceresini kapatmaya calısırken cıktı.Sorunu cözmek icin yapılması gereken

butona basıldıgında sayfanın bir kere refresh edilmesini saglamak.Bunun icin update panel'in özelliklerine geliyoruz.Triggers Collection' a yeni bir trigger eklemek icin tıklıyoruz ve karsımıza cıkan ekranda alttaki add butonunun sagındaki oka tıklayarak PostBackTrigger'ı seçiyoruz.Daha sonra sağ tarafta Behaviour'un altındaki ControlID' ye butonumuzun id'sini yazıp ok diyoruz.Böylece sorunumuz çözülüyor.Simdi her butona tıkladıgımızda sayfanın refresh edilmesi saglanacak ve biz Response.Write( ) hatası almayacagız :)

5 Nisan 2009 Pazar

Descartes'ın İnsan Davranışları Üzerine Görüşleri


Öğrenme üzerine yapılan çalışmalara teorik yaklaşımlar köklerini Rene Descartes'ten almaktadır.Descartes'tan önce çoğunlukla insan davranışlarının tamamiyle bilinçli niyet (conscious intent) ve özgür irade (free will) ile belirlendiği düşünülürdü.Descartes, insan doğasına bu bakışa itiraz etti çünkü insanların yaptığı çoğu şeyin dışsal uyarıcılara verilen otomatik tepkiler olduğunu farketti.Diğer yandan, özgür irade ve bilinçli kontrol düşüncesini tamamiyle terketmedi.Sonuç olarak,insan davranışları hakkında Kartezyen İkicilik (Cartesian dualism) olarak bilinen dualistik bir görüş geliştirdi.

Kartezyen dualizme göre insan davranışları ikiye ayrılır: istemli ve istemsiz. Descartes , istemsiz davranışın harici uyarıcılara karşı otomatik tepkilerden oluştuğunu ve refleks adı verilen özel bir mekanizmayla sağlandığını iddia etti.Buna karşılık,istemli davranışlar, harici uyarıcılar tarafından tetiklemeyi gerektirmiyordu ve kişinin belirli bir şekilde davranmak üzere bilinçli niyetiyle oluşmaktaydı.

Descartes'a göre duyumsal girdiler, tepki çıktısı ile yansıtılmaktaydı ( reflection ).Dolayısıyla Descartes istemsiz hareketi refleks olarak adlandırdı.

Descartes , insandışı hayvanların özgür iradesinin olmadığını ve istemli , bilinçli davranamadığını düşünmekteydi.Özgür irade ve istemli davranışları sadece insana has davranışlar olarak değerlendirmekteydi.

Zihin,daha önceleri fiziksel olmayan bir varlık olarak değerlendirilmekteydi.Descartes,zihnin fiziksel bedene beyindeki epifiz bezi (pineal gland) sayesinde bağlandığına inanmaktaydı.Bu bağlantı sayesinde,zihin istemsiz davranışları algılayabilmekte ve kayıtlarını tutabilmekteydi.Bu mekanizma sayesinde,zihin istemli davranışları da başlatabilmekteydi.İstemli davranışlar, zihin tarafından başlatılabildiği için, harici bir uyarıcıdan bağımsız olarak oluşabilmekteydi.

Descartes,ayrıca zihnin doğuştan gelen bazı fikirleri barındırdığını düşünmekteydi.Örneğin, bütün insanların Tanrı konsepti, kişilik konsepti ve geometrinin temel zihinsel aksiyomları (iki noktadan arasındaki en kısa uzunluğun bir doğru olduğu gibi) ile doğduğuna inanmaktaydı.

Descartes refleks hakkındaki bütün inançlarında hata yapmıştı.Duyu organlarından gelen his mesajlarının beyne giderken ve beyinden gelen motor mesajlarının kaslara giderken aynı sinirleri kullandığını düşünmüştü.Aynı zamanda, sinirlerinin içi boş tüpler olduğunu ve nöral taşımanın can ruhları ( animal spirits) adı verilen gazlar sayesinde olduğuna inanıyordu.Bu can ruhları, epifiz bezi tarafından salgılanmaktaydı, nöral tüpler içinde aktığına kabul ediliyordu ve kaslara girerek, şişip hareket etmelerini sağlıyordu.Son olarak,Descartes'a göre bütün reflekssel hareketler doğuştan gelmekteydi ve sinir sisteminin anatomisiyle sınırlıydı.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Nejat Uygur





Malum bu sıralar en önemli gündem maddesi seçimler.Benim de aklıma Nejat Uygur'un Zamsalak adlı kabaresi geldi,çok güzel işlemişti bu konuyu,yerlere yatmıştık yine her zamanki gibi. Bu arada Nejat Uygur , benim çok sevdiğim bir komedyendir,bu işin ustasıdır."Cılbırcın","Halıya basma laaan!" replikleri onunla özdeşleşmiştir.Benim favorim Zamsalak'tır kabareleri arasında.

Bu da Nejat Uygur hakkında bilgi: Öğretmen bir annenin ve subay bir babanın üç oğlundan ortancası olan Uygur, Kilis doğumludur. Kilis'li sanatçı İsmail Dümbüllü tarafından keşfedilmiş ve meşhur edilmiştir.
Eğitimini Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde tamamladı. İlkokulu Siirt, Ezine ve İntepe'de okudu ve bu dönemde tiyatroya müsamerelerle başladı. Sarıyer, Çanakkale ve Manisa'da ortaokulu tamamladıktan sonra Güzel Sanatlar Akademisi'ninHeykel Bölümü'ne girdi ama mezun olamadı. 1943 yılında Sarıyer Halkevi'nde başladığı boksla beraber spora karşı ilgisi arttı.
Atletizm ve su topu yanısıra iyi bir atbinicisidir.[1] 1952 yılında Necla Uygur ile hayatını birleştirdi. Tiyatroya profesyonel olarak 1949 yılında "Nejat Uygur Tiyatrosu" ile adım attı. Nejat Uygur, düşündüğü ilk mesleğin tiyatro olmadığını belirtti.Gençlik yıllarında Amerika'ya ulaşmak isteğiyle gemici oldu.
13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde sırasıyla Süheyl, Süha, Ahmet, Kemal ve Behzat adlı beş erkek çocukları dünyaya geldi. Süheyl ve Behzat babalarının deyimiyle "armut ağacının dibine düştüler" ve tiyatrocu oldular. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.
Uygur, 10 Eylül 2007'de beyin damarlarında oluşan bir tıkanıklık nedeniyle vücudun sol tarafında kısmi felç geçirdi. Sağlık durumuna ilişkin yapılan basın toplantısında Uygur'un sol kolunu hareket ettiremediği, yüzünde kayma olduğu, bacağında biraz hareket olduğu, konuşmasının ise düzgün olduğu ifade edildi..Oğulları Süheyl ve Behzat Uygur son açıklamalarında Nejat Uygur'un artık geçmişiyle yaşadığını söylemişlerdir.
Kaynak : Vikipedia

Not: Secimle ilgili kısım videonun 4. dakikasından sonradır.